Verginin Meşruiyeti Üzerine
- Mr. Kartes

- 12 Şub 2024
- 4 dakikada okunur

Vergi, “devletin kamu giderlerini karşılamak için toplumu oluşturan gerçek ve tüzel kişilerden iktisadi güçlerine göre karşılıksız ve zorunlu olarak kamuya aktardığı ekonomik birim ya da değerlerdir.” Diye geçer hazine ve maliye bakanlığı arşivinde. Peki ya bu birimin karşılıksız ve zorunlu olarak alınması etik midir? Hatta bu soruyu biraz daha ileriye götürelim, bu paranın zorunlu olarak alınmasındaki esas neden nedir?
Verginin zorunlu olarak alınmasındaki en önemli neden, vergi mükellefinin verdiği vergiden dolayı göreceği zararı göz ardı edemeyeceği gerçeğidir. Bu durum en güzel şekilde belki de Hazlitt tarafından açıklanmıştır:
“Bir kurum, kaybettiği her doların %100'ünü kaybederse ve kazandığı her doların yalnızca %52'sini kazanç olarak elinde tutmasına izin verilirse; bu kurum zararını elde ettiği gelirle tazmin edemiyor demektir ve bu da izlediği politikaların zarar görmesine sebep olacaktır. Faaliyet alanlarını genişletmeyi durduracak ya da yalnızca çok az riski bulunanları büyütmeye devam edecektir. Bu durumun farkına varanlar, yeni girişimlere başlamaktan cayarlar[1].”
Hazlitt bu oranları kendi döneminin Amerika’sı adına vermişti. Şimdiyse durumlar hem Amerika hem de tüm dünya adına daha da kötüleşmiştir. Keza Türkiye’de 80.000 TL üzeri için sadece gelir vergisi %35 bandındadır[2].
Vergileri yine mükellefe verdiği zarar üzerinde ele alacak olursak eğer, bu durumda vergi ile yapılacak icraat ve işlerin kaynağı konusunda girişimci-devlet farkına bakmak elzemdir. Piyasadaki bir girişimci, sermayeyi kendisinin karşılayacağı bir girişim gerçekleştirirken; devlet bu parayı hem o işi yapabilecek girişimciden hem de kendisinden mal yahut hizmet alacak halktan, silah, hapis yahut farklı tahakkümler ile söker. Ve bu durum milletin sağ cebinden alıp sol cebine koyma fikri kadar basite indirgenemez bir durumdur. Çünkü vergi, bürokratik çokça elden geçerek ve parçalanarak ya kalitesiz bir hizmete ya da deyim yerindeyse masraf maksimize edilerek nispeten düzgün bir hizmete dönüşür.
İki türlü de zararlı çıkan kesin bir dille halktır. Çünkü bu durum sadece işin yapım süreci ile kısıtlanmaz, bu hizmetin devamı eğer somut bir mal satımı varsa daha da kötüye gidecektir. Çünkü devlet, girişimcileri tekel müdahaleleri ile kaçırmış ve rekabeti engellemiştir. Bu durumda konuyu teorik olarak açıklamaya gerek bile duymadan ampirik (deneysel) gözlemlere insanları yönlendirmek çok daha iyi olacaktır. Amerika bile devlet teşebbüsünün sonucunu 1981 yılından beridir görmediği bir TÜFE enflasyon oranı ile 2022 Haziran’ında karşılaşarak anlamıştır, bu rakam %9,1’dir[3]. Farklı ve daha genel bir ampirik örnekleme ise GSYIH’ye (kişi başına düşen milli gelir) bakılınca anlaşılacak olan bariz serbest pazar etkisidir. Serbest ticaretin en az sübvansiyon ve regülasyon ile bozulduğu yerlerde genellikle milli gelir oranı 40.000$ üzerinde izlerken, özellikle ticaretin devlet eliyle baltalandığı yerlerde (belli Asya ülkeleri ve Afrika’nın ekseriyeti) kişi başına gelir en maksimize koşulda 20.000$, en düşük koşulda 500$ seviyesindedir[4].
Bu tüm “zorunluluk” esasları dikkate alındıktan sonra baştaki diğer sorumuza geri dönelim: Vergi etik midir? Pek çoğunuz artık cevabını tahmin ediyordur: kesinlikle koca bir hayır!
Devletin bir teşebbüse yeltendiği vakit işlerin nasıl sarpa sardığını açıklamışken devletin sözde “iyicil” olarak kullanabileceği vergilerin bu zararlara rağmen toplanmasının altındaki bir nedeni yine Hazlitt çok iyi bir dille açıklamıştır:
“Karar vericiler, B'ye ödeme yapmak için A'dan para aldıklarını unutmaktadırlar ya da daha doğrusu, bunu çok iyi bilmektedirler fakat bu sürecin B'ye sağladığı faydaların ve B'nin aksi takdirde sahip olamayacağı harika şeylerin üzerinde dururken, bu alışverişin A üzerindeki etkilerini unutmaktadırlar. B görülmekte, A unutulmaktadır.[5]”
A diye bahsedilenler halk kesimidir ve genel itibariyle potansiyel sahibi girişimcilerdir. Neden “unutulurlar” sorusunun cevabı tekel yaratma arzusunda gizlidir. Bürokratik işleyiş, kendisini her durumda destekleyecek ve devletin yahut mevcut otoritenin yardakçısı olacak şirketleri destekleme eğiliminde olup, halkın yararını gözetsin gözetmesin bu şirketlere karşı rekabetçi yaklaşımlar sunacak diğer hareketlerin yoluna taş koyar. Tekel olma hakkını kazanmış şirketlerse kendisini “unutturmayan” bürokratlara sadakatlerini onların açık propagandasını yaparak yahut halkı tekele alıştırarak gösterirler. Bunların örnekleri günümüz ile sınırlı kalmaz, 1930-40’larda bile Roosevelt hükümetinin Hollywood üzerinde kurduğu baskı yahut yakın zamanda Demokrat Parti hükümetinin Meta (Facebook) ve Google üzerindeki söz hakkı yadsınamaz bir gerçek olmaktan çıkıp, yargı önünde kesinleşmiştir[6].
Vergiyi belli mal satışlarından ayrı olarak, insanların genellikle hassasiyet duyduğu sosyal destek olarak da düşünebiliriz, en masum gözüken şekliyle etik bir hareket olarak nitelendirilebilse de, bu da yine potansiyel girişimcileri yok ettiği gibi (artık bunu söylemeye gerek bile yok) salt bir şekilde yönetici kesimin yararlandığı bir hizmet olduğu barizdir. Sosyal yardımlar, sermayenin bireye ait olmasından dolayı özel teşebbüsler ile daha doğru olmasından ayrı olarak, insanların cidden kime yardım etmek istediklerini ve gerçekten kimin ihtiyaç sahibi olduğunu gösteren bir elek olduğu gerçeği de vardır. Devlet ise yardımları –eğer yapıyorsa- popülist amaçlar güderek yüksek nüfuslara ve Herrnstein’in (Harvard Üniversitesi’nin Amerikalı eski psikoloji profesörü) bahsettiği sürekli yoksul kalacak gruba[7] yapar. Bu insanlara yapılan yardımlar beyhude (boşa) bir ziyandan ileri gitmezken, dolaylı olarak orta hâlli bireyleri (orta direk) yok etmeyi de amaçlar. Zenginleşen tekeller varken orta direkten toplanan vergiler ile çarçur edilen paralar sonucunda orta direk erir. Buna binaen halkı sömürmek kolaylaşmış olur.
Verginin etikliği bu yüzden sıfıra denk düşer, “hatta bunu ileriye götürelim” eksiye denktir.
KAYNAKÇA:
1. Tek Derste İktisat, Henry Hazlitt, bölüm 5, sayfa 37.
4. Map of countries by GDP (nominal) per capita in 2022.svg 5. Tek Derste İktisat, Henry Hazlitt, bölüm
5, sayfa 38.
6. Düşman Özel Sektör Olduğunda, Ryan McMaken.
7. Çan Eğrisi: Amerikan Hayatında Zeka ve Sınıf Yapısı, 1996.




Yorumlar