Devletten Nefret Ediyor Musun?
- Murray N. Rothbard

- 26 Eki
- 4 dakikada okunur

Liberteryenleri Ayıran Gerçek Hat
Son zamanlarda liberteryenleri birbirinden ayıran asıl meselelerin ne olduğunu düşünüyordum. Son yıllarda çok tartışılan bazı konular şunlar: anarşo-kapitalizm mi sınırlı devlet mi, köleliğin kaldırılmasında olduğu gibi “bir anda kaldırmak” (abolitionism) mi yoksa “kademeli azaltmak” (gradualism) mı, doğal haklar mı faydacılık mı, savaş mı barış mı... Ancak vardığım sonuç şu: bunlar önemli sorular olsa da, hareket içindeki asıl ayrım çizgisine, yani bizi temelden bölen meseleye ulaşmıyorlar.
Örneğin son yılların önde gelen iki anarşo-kapitalist eserini ele alalım: benim For a New Liberty (Yeni Bir Özgürlük İçin) adlı kitabım ile David Friedman’ın The Machinery of Freedom (Özgürlüğün Mekanizması). Yüzeysel olarak bakıldığında, aralarındaki farklar şunlardır: benim doğal haklar savunmam ve akılcı bir liberteryen hukuk düzeni çağrım, Friedman’ın ise faydacı, ahlaki kaygılardan uzak yaklaşımı ve liberteryen olmayan özel polis kurumları arasında “pazarlık” yapılabileceğini öngören anlayışı.Ama aslında fark bundan çok daha derindir. For a New Liberty’nin her sayfasına, hatta neredeyse bütün çalışmalarımın ruhuna sinmiş bir şey vardır: Devlete karşı derin ve köklü bir nefret. Çünkü devletin insanlığın düşmanı olduğuna inanırım.Friedman’da ise bunun izi yoktur. O devletten nefret etmez; sadece anarşizmin ve özel polis güçlerinin, diğer alternatiflere göre ekonomik ve toplumsal bakımdan daha iyi bir sistem olduğuna inanır. Daha açık ifade edersek: ona göre anarşizm, laissez-faire’den daha iyidir; laissez-faire de mevcut sistemden daha iyidir. Siyasi alternatiflerin tümüne baktığında, anarşo-kapitalizmi en üstte görür. Ama mevcut Amerikan devletini de “fena değil” olarak değerlendirir.Kısacası Friedman’da, devletin —herhangi bir devletin— insanları soyan, köleleştiren, öldüren bir haydut çetesi olduğu yönünde hiçbir içsel öfke yoktur. O sadece “şu sistem biraz daha iyi olurdu” diyen serinkanlı bir iktisatçıdır.
Aynı şey politik filozof Eric Mack için de geçerlidir. Mack de bir anarşo-kapitalisttir ve bireysel haklara inanır; ama yazılarında devlete karşı bir nefret, bir düşmanlık, devletin “yağmacı ve canavarca” bir oluşum olduğu bilinci görülmez.
Belki de aramızdaki farkı en iyi anlatan kelime “radikal”dir.Radikal; yani mevcut siyasal düzenin tamamına, köküne kadar karşı olan kişi.Radikal; yani akılla duyguyu, düşünceyle öfkeyi birleştirmiş, özgürlük ruhuna bütünüyle adanmış kişi.Radikal; yani devleti sadece eleştirmeyen, onu içten içe nefretle reddeden kişi.
Ve şunu da söylemeliyim ki, radikal olmak için ille de anarşist olmak gerekmez — tıpkı bazı anarşistlerin “radikal kıvılcımı” taşımadığı gibi. Bugün neredeyse hiçbir sınırlı devlet savunucusunun radikal olmaması gerçekten şaşırtıcıdır. Oysa geçmişin klasik liberalleri —Leveller’lar, Patrick Henry, Tom Paine, Joseph Priestley, Jacksoncular, Richard Cobden— gerçekten radikaldi. Devletçiliğe, kendi çağlarının devletlerine nefretle karşı duruyorlardı. Tom Paine’in devlet ve devletçiliğe karşı kökten nefreti, onun laissez-faire ile anarşizm arasında geçiş yapıp yapmamasından çok daha önemliydi.
Bana gençliğimde ilham veren Albert Jay Nock, H.L. Mencken ve Frank Chodorov da aynı şekilde muhteşem radikallerdi. Nock’un kitabının adı bile bunu anlatır: Our Enemy, the State (Düşmanımız Devlet). Yazılarının her satırında devlete duyulan o nefret bir meşale gibi yanıyordu.Anarşizme kadar gitmemiş olmaları ne fark eder?Bir Albert Nock, mevcut statükoyla barışık yüz anarşo-kapitalistten daha değerlidir.
Peki, bugün nerede Paine’lerimiz, Cobden’larımız, Nock’larımız?Neden neredeyse bütün laissez-faire savunucularımız konformist muhafazakârlar hâline geldi?Eğer “radikal”in zıttı “muhafazakâr” ise, nerede bizim radikal laissez-fairistlerimiz?Eğer sınırlı devletçilerimiz gerçekten radikal olsaydı, aramızda neredeyse hiçbir bölünme kalmazdı.Bugün hareketi bölen asıl çizgi, anarşist–minarşist ayrımı değil; radikal–muhafazakâr ayrımıdır.Tanrım, bize anarşist olsun ya da olmasın radikaller ver!
Bu ayrımı biraz daha derinleştirelim.Radikal devlet karşıtları, her ne kadar kapsamlı anlamda liberteryen sayılmasalar da, özgürlük davası açısından çok değerlidirler.Örneğin bazı köşe yazarları —Mike Royko ve Nick von Hoffman— liberteryen sempatizanı olarak görülür.Evet, öyledirler ama asıl değerleri bundan ibaret değildir.Zira yazılarının satır aralarında, bütün tutarsızlıklarına rağmen, devletin, politikacıların, bürokratların ve onların çıkar çevrelerinin her türlüsüne karşı derin bir nefret vardır.Bu nefret, soğuk bir “model” veya soyut “mülkiyet teorisi”nden çok daha samimi bir özgürlük duygusunu temsil eder.
Şimdi bu “radikal vs. muhafazakâr” ayrımını “kaldırmacılık (abolitionism) vs. kademecilik (gradualism)” tartışmasına uygulayalım.Bu konuda Reason dergisinde (ki varlığının her zerresi “muhafazakârlık” kokar) Bob Poole’un Milton Friedman’a sorduğu bir soruyu hatırlayalım. Friedman, “ulaşılabilir yöntemler ortaya koymayanların entelektüel korkaklık içinde olduğunu” söyleyerek, meseleyi tamamen saptırmıştır.Oysa hiçbir “kaldırmacı” (abolitionist), eğer özgürlük yolunda makul bir adım atma imkânı bulsa, onu reddetmez.Fark şudur: kaldırmacı, nihai hedefini her zaman yüksek tutar, ilkelerini gizlemez ve hedefine olabildiğince hızlı ulaşmak ister.Yani kaldırmacı, mümkünse bir “sihirli düğme”ye basıp devleti hemen ortadan kaldırmak isterdi.Ama aynı zamanda bilir ki böyle bir düğme yoktur; bu yüzden daha küçük adımlar da atar — fakat her zaman isteksizce, sadece bir “ilk adım” olarak.
Buradan hareketle, Milton Friedman’ın bazı “kademeli reform” önerileri —kupon sistemi, negatif gelir vergisi, gelirden kesinti (withholding tax), kâğıt para sistemi— aslında özgürlükten uzaklaşan adımlardır. Bu yüzden liberteryenler bu tür planlara haklı olarak karşı çıkar.
Kaldırmacının düğmeye basma isteği, onun devlete ve zulüm sistemine duyduğu derin nefretten doğar.Bu nedenle, böyle bir radikal liberteryen, “maliyet-fayda analizi” gibi soğuk hesaplarla devleti sorgulamaz.O bilir ki devlet mümkün olan her yoldan ve en hızlı şekilde azaltılmalı, yok edilmelidir. Nokta.
İşte bu yüzden radikal liberteryen yalnızca kaldırmacı değil, aynı zamanda “dört yıllık planlar” yapan bir teknokrat da değildir.Radikal, “İlk yıl gelir vergisini yüzde 2 azaltırız, ikinci yıl asgari ücreti düşürürüz…” gibi planlarla düşünemez.Çünkü radikal, devleti ölümcül bir düşman olarak görür ve nerede, ne zaman fırsat bulursa oradan kesip biçmek ister.Bir vergi azaltmak, bir bütçe kalemini kısmak, bir düzenlemeyi kaldırmak… Ne varsa!Radikal liberteryenin bu açgözlü arzusu, devlet yok edilene ya da (minarşistler için) en küçük, zararsız hâline indirilene kadar sürer.
Peki, o hâlde neden bugün anarşo-kapitalistler ile minarşistler arasında bu kadar tartışma var?Bu kadar devletçilik içinde, bunca ortak düşmana karşı neden birlikte yürümüyoruz?Neden “önce Cobden’in dünyasına kadar birlikte ilerleyelim, sonra farklılıklarımızı tartışırız” diyemiyoruz?
Cevap şudur:Eğer minarşistler eskisi gibi radikal olsaydı, biz zaten birlikte yürürdük.Klasik liberalizmin doğuşundan 1940’lara kadar minarşistler radikaldi.Bize o eski antistatist radikalleri geri verin, o zaman hareket içinde uyum zaten kendiliğinden hâkim olurdu.
[Bu makale ilk olarak Libertarian Forum dergisinin 10. cilt, 7. sayısında, Temmuz 1977 tarihinde yayımlanmıştır.]
Çevirmen: Steinfluss




Yorumlar